Blogger tarafından desteklenmektedir.

YORGUNLUK MU O ...?


Şöyle ayaklardan çıkan gün sızısı mı desem,
Bir kaç gündür süren baş dönmesi mi desem,
Bi uyku bi uyku hallerimi desem; yastığı bırakamayacak halde...
Ya da boş bakışlar mı, görmeği reddeden, o çocuk sevinçlerden tut ta , akşam bir dost ile sohbet dahi seni sen yapmaz...
Gazete mi seni okur, sen mi gazeteye anlatırsın her sayfada,
Kahve bile tutmaz dünkü kıvamında, değil ki sohbeti...
🐌🐌🐌🐌
Zaman bazen çok yavaş akar, bazen de elindeki işi bitirmene yetmez öyle acelesi vardır...
Sinirini nereden çıkaracağın, kime denk geleceğin meçhul zamanlar bunlar...
Bıkkınlık, yorgunluğun en iyi arkadaşı zaten,
kapıda hazır bekliyor; vücut onların diline bakıyor hep, ama hep böyle...
Ne saç tarayasın, ne o hep kendine çok yakıştırdığın elbiseyi giyesin var.
Amaaaann boşver, giysem ne olacak halleri, gitsem şimdi bi sürü yol, pişirsem bi sürü zahmet, amaann yaaa...
🐌🐌🐌🐌
Yor gun luuukk!!!
Üstelik defalarca bu noktaya gelmemize rağmen ve hiç hoşlanmamamıza rağmen, yine yorgunuz !!
Bu melankolik halin iyi yanlarını keşfederseniz, müptelası olursunuz. Böyle tehlikeli bir hali var, bilirsiniz.
Ayrıca siz bilirsiniz zaten, kaptırın gidin hayat sizin.


Bir de şöyle bir taraf var yalnız;
Bu hayatın akışını kesen yorgunluğun müsebbibi insanoğlu malum, onunla baş etmek meselesi, tabii ilk olarak kendimizle baş etmek...
"Ben haklıyım ama..."
"Kişiliğimmm..."
"Ama...ama..."
Diyerek... Ne çok şey kaybettiğini, kazançlarının ne boş mutluluklar olduğunu, aynalar her gün anlatmakta...
O kuyruğu dik tutma halleri falan işte hep yorgunluk...
Bi gülüp geçemedin, ah bu hayat hep yordu...
Çok haklısın, çok...


Çözüm ne?
Yürümek...
Yürüyüp gidiyorsun, beklemiyorsun;
Anlatıyorsun ya, anlamalarını beklemiyorsun,anlayanlar geç te olsa yetişiyor sana zaten, sen yürüyorsun...
Kendini bile bekleme, melodilerini kaybetme, kapat kapılarını, yürü...
🐌🐌🐌🐌
Veya uymadı mı şekerim, öp yanağından yürü...
Kişiliğin ve sen rahat et.
Herkesi ve her şeyi nerede olmak istiyorlarsa , saygı ile orada bırakıp, yola devam edilen yürüyüşler seni bekler.
Yorgunluklar'ın bir anı olarak kalabildiği yeni başlangıçlar, kesintisiz...
Seni bekler...
🦋🦋🦋🦋

Sevgiyle...


SANA MUTLULUK VAAD ETMİYORUM


Selimiye...
Özlenene özlemle sarılmanın göz hali, deniz hali, mavi hali, Selimiye...

Özledim, çok özledim, çok çağırdı, duydum ama hani derler ya "kısmet", bugüneymiş.
Şahitler var bu Aşk'a, o şahitler biliyorum ki, benim gibi nicelerinin bu kavuşmalarına şahit.
Her evin önündeki asma, dut, begonviller , dağ bayırın kekiği, defnesi , denizin balığı, dalgası, muhteşem doğan güneş, nazlı gün akşamları , boranlar, sağanaklar, güzel gözlü çocuklar, çalışkan kadınlar bu şahitler...


Ve hepsinin kıyısı ılıman ve sakin masmavi Deniz...
Bu köyün konuşma dili sessizlik.
Sessizliği bozan iki yaramaz var: Horozlar ve denizin dalga sesleri...
Onlar da huzura eşlik ediyor. O kadar sakin ve yerinde.


Ve siz, konuşma tonunuzu bir-iki tık sessize çekiyorsunuz, ahengi bozmamak adına.
Hatta konuşmayıp dinlemeyi tercih ediyorsunuz, çok şey söylüyor size dair bu köy.
Koşup gelmenin buraya, onca yolu aşmanın sebebi bu masum sessizlik...
Fazla değil hiç bir şey, gerektiği kadar.
Kısa cümlelerle,özü görüp, özü konuşmanın keşfidir ki, yalınlığın dayanılmaz lüksüne ulaştırır.
Özlersin bu yalınlığı yana yakıla, uzaklaştığın her anında.
Gözlerinizin içine bakılarak konuşulması bu köyde adetten.
Teslimiyettir diğer adı bu göz konuşmasının.
Özlersin...
Çünkü teslimiyet, sizi size verir. Bu kendinle buluşmadır ki, özlenir.
Denizin içinde, denizin tuzlu kokusunu duymaya alışık beden, denizin içinde kekik- defne kokularını duyunca şaşar, döner bakar dağlara, bir öpücük kondurur doruklarına.
Özlersin sonrasında, burnunun direği sızlar...


Emeğin en yoğun halini yaşar bu balıkçı köyü.
Denizdir ki, berekettir. Lakin zordur.
Cömerttir, balığını, süngerini verir ama bir çok yiğit balıkçıyı da vurguna uğratır.
Uğur Kaptan'ın, o usta denizci, avcı, köyün sevilen delikanlısı, henüz sekiz aylık evliyken çıktığı zıpkın avcılığında vurgun yiyerek hayatını kaybetmesi, annesi, babaannesinin tüm mahzunluğu ile hep denize bakar oluşu, yürek dağlar...
Yaşanmışlığına, yaşadıklarına saygı ile, ve hissederek bu hayatı yürümek sahilde, köyün ara sokaklarında, dinlemek ve dinlenmek ancak Selimiye' ye gerçek sevda ile mümkündür.
Cömertliğin ve yaşanmışlığın bu deniz hali her şeye rağmen, özlenir.


Sabah taze toplanmış bir sepet kabak çiçeği ile, kız kardeşine giden, yüzünde gülümseme ile selam veren, Selimiye'li bir kadın, tüm dertlerinizi unutturur.
Paylaşmanın, sevgininin, hayatın bu kadın hali, unutulmaz, özlenir.
Sahicidir, çok içte yaşanır.
Sevginin sahiciliği, sahici sevgi zordur.
Olduğu gibi, eksikleri ve olduğu kadarıyla sevmek zordur, sahicidir...
Gözyaşınızı, gülümsemenizi, eteğinizdeki taşları, becerilerinizi, beceriksizliklerinizi, ama sadece sizi ister sevmek için, en yalın halinizi...
Ezcümle Selimiye, huzurun son durağıdır...


Dönüş vakti bindiğim minibüse, köy kadınlarının ,sabah bahçelerindeki ocakta pişirdikleri bazlama ve o güzel odun ateşi kokusu yayılırken,
Bu köy, benim kulağıma, son söz şu cümleyi fısıldadı:
"Sana mutluluk vaad etmiyorum..."
Çünkü;
Selimiye, bir hayat vaad ediyor;
Kendi dinginliğinde, kendiliğinden bir hayat...
Ben de ona diyorum ki:
"Kabulümdür..."

Sevgiyle...


fotoğraflar:Sevil Kapoğlu

KABARTLAMA


Baharın gelişini içinde yaşayan, coşkuyla yanında, yöresinde toprağın sunduğu otları(mancar) sofrasına katan, buram buram ilkbahar'ı yaşayan bir annenin kızıyım ben...
Ve hala, içimin coşması baharda, bir başka anı yumağı, soframın lezzet ahengi, vazgeçilmez tatları pişirdiklerim.
Bu tatların katıkçısı, bir ot var bahsedeceğim.
Ve onunla yaptığım lezzetli bir atıştırmalık.


 Pideleri, sütlü ebegümeci, ılıştıra ,taze asma yaprağına zeytinyağlı dolma, ... derken, mis gibi kokan ve girdiği her yemeğe baharı getiren bir ot, rezene.Benim kasabamın ona verdiği isim; PAPAZ OTU !
Dere otu'na benzeyen, ama aroması kendine özgü bir ot.
Pidelerde, dolmada ve KABARTLAMA da kullanılır.
Kabartlama bir mücver.
yani bizim mücverimizin Hereke'de adı; Kabartlama
Bugün, Papaz otu ile Kabartlama yapacağız.
Çocukluğumun, günümüze kadar yaşattığım tatlarından.

MALZEMELER

Bir demet kıvırcık
Bir demet yeşil soğan
10 sap papaz otu( rezene)
5 yumurta
1 tatlı kaşığı tatlı kırmızı toz biber
7-8 kaşık un
Tuz


Kıvırcık'ın sert beyaz kısımları varsa bunlar çıkarılır. Geri kalan kısım ince doğranır.Taze soğanların sadece yeşil kısımları ince doğranır.
Papaz otu ince kıyılır.
5 yumurta,tuz, k. toz biber katılır
Un katılır
Ve karıştırılır tüm malzeme


Kıvam bekledikçe sulanacaktır. Ara sıra karıştırarak, 10 dk. Sonra kıvam bulamaç olacak şekilde , un ayarlaması yapılabilir.


Malzeme 15 dk bekledikten sonra, orta ateşte biraz kızdırılmış bir tavada, kaşık ile karışım dökülerek mücver gibi pişirilir.


Kabartlama hazır, yanında yoğurt tavsiyemdir.
 Afiyet olsun...

Eğer denersiniz Kabartlama'yı, sadece bir yemek değil, bir anı da paylaşmış olacağız.
Varsa böyle çocukluğunuzdan gelen tatlarınız, siz de burada paylaşabilirsiniz.

Sevgiler...

ANNE ELİ DEĞMİŞ YAZILAR

Anneler Günü bugün,
Rahmetle andığım annemin evini ziyaret ettim bugün.Kokladım eşyalarını,gerisini sormayın...
Bahçesinde mis kokulu gülleri ile beraber, küçük ağaç Filbahri ağacı vardır.Sevdiğimi bilir,ilk açtıklarında, sabah ben uyanmadan yastığıma koyardı.
Kokladım bugün, doyasıya...
Fotoğraflarıyla tüm annelere ve çocuklarına yolluyorum Filbahri'nin kokusunu ...


Evime döndüğümde, yemek hazırlarken ortaya çıkan duygularımı sizinle paylaşmak istedim, yorumlarınızı eklersiniz belki .
Pilavı kısık ateşe aldım, demlenerek pişiyor şu anda.
Dem alması, tane tane olması, mis gibi tereyağı ile ağızda hoş bir tat bırakması, başarılı bir Pilav'ın özeti..
Şehriyesini kavururken aklıma kızım düştü.
Uzakta şimdi, çok uzakta; taaa İngiltere' de...
Bu uzaklık mesafe anlamında sadece.
Gönülce ise,
Yakın , çok yakın oldu bana hep. Kalbimin parçası, beynimin her hücresinden, gülüşümün kenarındaki tahtından hiiiiçç inmedi, inmeyecek kızım.
O yüzden , kokusunu burnuma çekip, en güzel kokulu gülleri öpüp, koklayarak yakın eyledim uzakları...
Pilav diyordum ya, hiç beceremem aslında...Kızım da ilk kaşık sonrası bir bakıp güler bana: " Yine olmamış..." der adeta. Gülerim ben de tabii, ne yapayım. Arada bir tutturduğum pilavlara sayar, dik dururum.
Anneler Günü bugün, uzak ya kızım, malum tek çocuğum o benim, o halde yanağı yanağıma değmeyecek kimsenin.

Hüzünlü, yollara bakarak ağlamaklı olmak yerine, benim çocuklara söyleyeceklerim vardı aslında, kızım dahil, böyle istedim.
Bir pilav pişirimi yaşadığım duygularımı kaleme döktüm.
Ben eminim, yanımda ya da değil, elinde bir demet çiçeği var ya da yok, Kızım beni seviyor, öpüyor, düşünüyor, endişeleniyor benim için, gurur duyabiliyor, seviyor yani kısaca...
Ama kızım ve tüm çocuklar, Anneler Günü dahil, sevgime, sevgilerimize ihtiyaç duyuyorlar, duyacaklar, o göbek bağı hiç düşmeyecek.
Ee ben de çocuktum, çocuğu kaldım annemin, hiç büyümeyen, nazı bitmeyen, sonsuz sevgisinden hep emin olmak isteyen, hep "çocuk" anne oldum.
Üstelik annemsiz, manası farklı, ilk Anneler Günü'm...
Bu yazıda onun da elini hissediyorum.
Belki o nedenle bilemiyorum ama,
Bu Anneler Günü, sevgileri çeşitli biçimde göstermesi beklenen evlatlar yerine, sonsuz sevgiyi verebilen, tüm çocukları sarıp sarmayalayabilen, sevgiyi öğreten ANNE olmak, bunun yolunu bulmak, gerçek ve kalıcı sevginin, bağrındaki yastık olduğunu gösterebilmek için bir fırsat olsun.
Geri dönecektir verdiğimiz bu sevgi, şüphesiz gözünüzü yaşartacak kadar güzel insanlar olduğunda çocuklarımız, bize ve her canlıya sevgi verebildiğinde, en güzel günümüz olacaktır.
Anneler'in Günü de bu günlerdir. Zamanı yoktur.
Anne olduğumuzun en güzel yanıtıdır, çocuğumuz toplum içindeki yerini bildiğinde, yararlı ve doğru insan olduğunda, aldığı sevgiyi verebildiğinde, sevebildiğinde...
Bugün bu filmi seyrediyoruz anneler olarak.
Bebekliğinden bu yaşa, neler verebildik? Ne gördük? Ne yapmalıyız?

Güzel bittiğine filmin eminim her birimiz için.

Ben de işte bugün, uzak bile olsa benden, ışığını hep etrafa verebilecek bir evlat yetiştirmenin huzuru içinde, günümün günümüz olduğunu bilerek, kızımı ve tüm çocukları varlıkları için kutluyorum.
İyi ki varsınız💕

Sevgiyle kutluyorum, anneler, annelik yüreği taşıyabilenler ve onların çocuklarını...

Pilav da pişti bu arada, şahane oldu, bir göz kırpıldı Ezgi'ye...
Her yemekte, hep sevgiyle...


SEVİL KAPOĞLU
14 Mayıs 2017

KABAK ÇİÇEĞİ DOLDURDUK


Yeşillim yeşillim yeşillim aman
Yeşil yaprak altında üşüdüm aman

Annemden dinlediğim bir türküdür.
NİSAN - MAYIS ayı'nın yeşilliği, akşam serinliği ama bahar kokusu içimize dolarken, pazarlar da ayrı bir bahar. Yeşilin, otun çeşitliliği akıl oynatıyor.


Baklası, enginarı, rokası, taze patatesi, çıtır yeşil kabağı, türlü alem şölen hepsi...
Akılların beş karış havada olduğu bu Nisan baharında , ruhum Ege de, güneşin ılıklığı ile, kendim market yolunda, sıradan alışveriş günü...
Olsun, market olsun, yeşil deniz deryası olmasa bile, bak işte mis gibi bakla orada. Enginar da var. Diğerleri de yan yana. Kıyamam hepsini alırım . Aldım da...
Aaa bu ne , e o kabak çiçeği... Gerçek mi? Valla o, onlar. Girmişler pakete gelmişler.


Ege de gelmiş onlarla, maviler gelmiş, ısınmış ortalık, yaz gelmiş.
İki paket aldım ve nazlı olduklarını bildiğim için eve gelir gelmez kabak çiçeği dolması yaptım.
Çiçeklerinin uçlarını yavaşça açıp, iç pilavımı doldurdum. Uçtaki turuncu bölümü de üstüne kapadım.


Tarifi sondan vermeye başladığımın farkındayım.
Başa dönelim o zaman;
Efendim eve geldi bu narin çiçekler. Özenle yıkandılar. Buradaki özen şu oluyor: Çok fazla parmaklarla ezilmeyecekler, yavaş akan bir suda yıkanacaklar.
Ve öncesinde ama, ne yapılacak?
Bu yıkama sonrası formlarını koruyabilmeleri için çiçeklerimizin, iç pilav önceden hazır edilecek.
Edelim, hazır edelim pilavımızı:
Bir bardak pirinç( 3 kez yıkanıp süzülmüş)
3 orta boy kuru soğan( yemeklik doğranmış)
İki paket dolmalık fıstık
İki paket kuş üzümü ( sıcak suda bekletilmiş)
Bir domates ( rendelenmiş)
Yeni bahar, karabiber, tarçın, tuz
yarım demet dere otu
Mazemeler bunlar.

Pişirelim şimdi de:
Kuru soğanları z.yağında iki dakika çevrilir. Fıstıklar konur, iki dk çevrilir.pirinçler konur, 3-4 dk hep birlikte çevrilir. Tahta kaşık kullanmak iyidir, malzemeyi üzmez.
Çevrilmeye tuz, k. biber, tarçın, yeni bahar koyarak devam edilir.
Ben bunların miktarını çoktan aza olarak şöyle ayarlarım:
Yeni bahar, tarçın, karabiber...
Ve kuş üzümleri katılır.
Rendelenmiş domates katıp, pirinçlere yedirdikten sonra, ben tercih etmiyorum ama, dilerseniz 1 tatlı kaşığı toz şeker, ilave edebilirsiniz.
1 çay bardağı su ilave edip, kapağı kapatıp 5 dk kısık ateşte pilavı pişirelim.
Dere otu mu?
İşte tam burada ,kıyılmış halde bekleyen dere otunu pilava ekleyip, narince karıştırıp, ateşi kapatıp, bir kağıt havluyu pilav tenceresinin üzerine yayıp, tencerenin kapağını da kapatıp, demlenmeye bırakalım.
15-20 dk sonra , yıkanmış kabak çiçeklerimizi bir tatlı kaşığı yardımı ile doldurup tenceremize dizelim.
Üzerine zeytinyağı gezdirip , az tuz serpip, 1 su bardağı suyunu da ilave edip, 10-12 dk pişirelim.




Hazır , ister piştikten sonra ılık ılık, ister ertesi gün soğuk soğuk, ama ille de limonunu üzerine sıkıp öğün edin!

Afiyet olsun, ruhunuza Ege dolsun, bereketi olsun🙏

SİZ DE DERGİCİ MİSİNİZ ?



70 li yıllarda Gırgır dergisi ve dönemin siyasi dergileri ile başlayan dergi severliğim, yıllar boyu hep devam etti.

Bir okuldan farksızdır dergiler benim için.
Değişik yazar çizerler, farklı düşünceler ve bakış açıları, dergilerin en cazip yönleridir.

İlk gençlik yıllarım için Gırgır, olgun yaşlarımda Atlas , kişisel gelişimim için adeta devrim niteliğindedir.

Gırgır dergisi, dönemin yaşam ve siyasetini hicveden, zeka ve yetenek sahibi yazar ve çizerinin eseriydi.
Hoşgörünün, esprinin ve bence  en önemlisi, umudun dergisiydi.
Dayanışmaydı, güçtü, umuttu.
Gülebiliyorsanız hayata, acıların ilacını bulursunuz.
Aynı acıları yaşayan, hayatı paylaşan toplumun, bir dergide buluşması Gırgır' ı unutulmaz yapan özelliklerinden biriydi.
Saygı ve sevgiyle ve tabii gülümseyerek anıyorum.
Mesela Atlas dergisi , hayatımda devrim yapmıştır.
Keşfetmenin hazzını, merak etmenin götürdüğü en dip mağaraları, gezginin doğa ile barışını, saygısını, başka hayatları bilmeyi, bildiğimi sandığım kimi şehirleri, yeniden ve farklı yollarla tanımayı, ne görmek istediğimi, insanları, hayatı, doğayı ne kadar çok sevdiğimi ve bana bunları öğreten o saygıdeğer yazar- gezginleri tanıdım. Varlıkları bana, hayat ile ilgili umutlarımın daima canlı kalmasına sebep oldu.
Karadeniz'in yaylasını, Toroslar'ın Kara Keçili yörüklerini, Harran'ı, Edirne'yi, Ayasoya'yı, Galapagos adaları'nı, Paris'i ... adeta okşayarak anlatan, yaşatan dergi nasıl bir devrime sebep olmaz?
Homeros ve İlyada'nın kulaklarını çınlatmadan , bereketli topraklara sahip Troya anlatılır mıydı?
"Bin pınarlı İda" geçmişinden bu güne önünüze serilebilir miydi?
Her insan bir kültür, insana saygı duyabilmek kültüre saygıdan geçer.

Gönül işiydi orada yazmak, gönlümün telini titreterek taht kurdu belleğime bu emek dolu dergi, saygıyla anıyorum.

Kızım doğmuş, o da Atlas ile büyümüştü. Tabii ben de...

Atlas dergisini yıllarca aldım ve atmadım. Biriktirdim okuduktan sonra her sayısını. Dönüp dönüp okudum.
Ve bir gün taşınmamız gerektiğinde bir başka eve, metrelerce yükseklikte Atlas dergisi dağları karşımdaydı...
Vedalaştım, içim burkularak.
Onlar gitti ama bendeki izleri sağlam bir şekilde duruyor, kilometrelerce...

Dergiciyim ben...
Sofra dergisini aldım yıllarca.
Sadece yemek dergisi olmadı benim için. Bildiğim, bilmediğim tarifleri veren bir dergi olmakla birlikte, yemeğin de kültürün bir parçası olması gerçeğinden yola çıktığımızda, yöresel otu, üretimi, hasatı bilmek çok öğreticiydi.
Ve tüm yazarları , çalışanları kadın olan bir dergi.
Bir yakınım , bu dergiyi sürekli almamı garipsedi ve o yemeklerin hepsini yapıp yapmadığımı öğrenmek istedi.
Ne diyeceğimi bilemedim.
Şimdi cevaplayabilirim; Dergiciyim ben...

Merak etmek, öğrenmek, deneyimlemek, değişik tür görüşü ve bakış açısını bilmek.
Bunların hepsi dergilerle mümkün.

İletişim çağı bizi ,sanal dünyanın cazip dünyasına çekse bile, derginin yerini hiç bir şey tutamaz.

PENGUEN mizah dergisi' nin kapatılmasına son 4 sayının kaldığı bu günlerde, hüzünle yazıyorum bu yazıyı ve dergilerle olan anılarımı..

Her ne kadar, ülkemizde hayatın esprisi azalmış bile olsa, gelecek güzel günlerde dergilerin raflara sığmadığı, mutlu ve özgür insanlar ülkesinde yaşamak dileğimle diyorum ki,

Dergilenmek güzeldir.

Siz de, Dergici misiniz?

Sevgiyle...

SEVİL KAPOĞLU

30 Nisan 2017


MELODİLER YOK ASLINDA



''Corelli'nin Mandolini'' 2001 yılında sinemaya uyarlanmış. Yunanistan'ın bir adasında geçen film,  II. Dünya Savaşı yıllarında,bir adalı güzel kız ile işgal kuvvetlerinden bir subayın aşkını anlatıyor ve tabii ada kültürü içeren sahneleri, yöresel giysileri ve doğası ile insanı içine çekiyor. 


Zeytin ağaçları ile kaplı bir ada, Sirtaki ki bizim ''Kasap Havası'' nın ikizi, saf aşk ve müzikler... Uzun zamandır beni  etkileyen bir film ile karşılaşmadığımdan, zevk ile seyretmeye dalmışım. Film bitti ve ben başka bir filme daldım gittim... Hangi filme?

Etkisinden hiç bir zaman çıkamayacağım, güzel,saf ve bir o kadar unutulmaz insanların yaşattığı filme, kasabamda geçen çocukluk ve gençlik yıllarımın filmine... 



Küçük kasabamın benim için çok büyük yazlık sineması vardı.
Sinema; hayal dünyasına giriş, duygu dünyasının gelişimi ve bir numaralı sosyalleşme aracıydı bizim için.
Birden fazla sineması vardı kasabamın; yazlık sinemanın düzgünce dizilmiş tahta sandalyeleri, kışlık sinemanın kendine özgü kokusu, hareketli koltukları, inanılmaz filmleri vardı...  
Sinema ile tanışmamış hiç bir çocuk yoktu; aynı filme gülen, aynı filme ağlayan... Bütün kadınları kasabamın sinema kültürünü yaşadı.
Hayatı önümüze serdi sinemalarımız; şaşırdık, sevindik, ağladık ve saygı duyduk sanatçıya, özdeşleştik onlarla..
Hayat sadece küçük ailemizden ibaret değildi, kocaman sinema da vardı bizi büyüten.
Ve sahilde sineması olan kaç yerleşim yeri vardır bilemiyorum. Bizim yazlık sinemalarımızdan biri tam sahildeydi. Leblebili gazoz içerken biz yazlık sinemamızda, dalga sesleri ve yakamoz eşliğinde film izlerdik. Film içinde film adeta.
Bu sahildeki yazlık sinema aynı zamanda toplu sünnet düğünü ve dev konserlerin de yapıldığı yerdi. Yani yaz gelince bütün kasaba sahildeydi bir nedenle. Hayat 24 saat yaşanırdı, hep birlikte...



Müzik dersi yapılan, mandolin çalabildiğimiz okullarımız vardı. Nota öğrendik, sesimizi tanıdık, müzik defteri aldık kırtasiyeden..
Ve bütün bunları bütün çocukları yaptı o kasabanın..
Öğretmenlerimiz de komşumuzdu, sinemacı amca da...
O çocuklar o kasabada tiyatro oynadılar kurdukları dernekte, düşündüler, tartıştılar...
Spor yaptılar sahilde; yelken kürek yüzme...
Futbol oynadılar yıldız oldular, sinemacı, ses sanatçısı oldular...
Ve diğer tüm saygıdeğer meslekleri edindiler.
Küçük kasabanın büyük dünyasını yaratan başta komşularını, öğretmenlerini ve birbirlerini hiç unutmadılar.

Her birine sevgi ve saygılarımı iletirken, ve artık hayatta olmayanları rahmet ve minnetle anarken, sizin de hayatınızda eksik bir şey varsa şayet, çocukluğunuz en iyi sığınak olacaktır, ne kadar uzak bile olsa...



Bugün o yıllarda kasabamda, tüm yaşayanlarının bir film tadında hayat sürdüğünü, hepimizin rollerini severek yaptığı, gerçek açık hava sineması olduğunu düşünmekteyim.

Belki merak ediyor olabilirsiniz; Ne oldu o sinema, o kasaba? O sinema sahile nazır bir otopark şimdi, kışlık sinema ıssız, insansız, tıpkı kasabam gibi...Ve hayatın melodileri yok artık, tıpkı o insanlar gibi...       

HEREKE bu kasabanın adı, suyunu içenin ayrılamadığı kasaba, kasabam...



Sevgiyle...
SEVİL KAPOĞLU

ANNEM... BAHAR... ILIŞTIRA...


Annem sevgisini çok söze dökmeyen, yaptığı yemeğine ise cömertçe katan birisiydi.
Tüm anneler gibi belki...
Yakın zamanda kaybettim...
Baharı göremedi; topraktan süzüle süzüle çıkan mancarların, ebegümecilerin tadına bakamadı.
Ondan geriye tatlar,değerler, izan ve kocaman sevgi kaldı...
Mart ayı bir başka otun, yine annemin severek yaptığı, bizim özlemle bekleyip yediğimiz ILIŞTIRA'nın da zamanı.
Diğer adları yöreye göre değişiyor bu otun; Hodan, kaldirik, Trabzon da ise Terasa otu...
Pazardan aldığımda, annemi yad ederek pişirdim. Hem annemi hem doğduğum büyüdüğüm kasabam Hereke'yi yad ettim.
Yemekler, tatlar bir hayatın da simgesi. Sizi siz yapan öğelerden biri şüphesiz. Bunu zamanla, yaşadıkça anlıyorsunuz.
Ve artık o tadı ararken, aslında geçmişe tutunuyorsunuz. Gidebildiği yere kadar gidiyor geçmişe yolculuk... 
Neyse...
Bu otun derin hatırası benim için çok büyük olmakla birlikte, gerçekte bu otun yararlarını araştırmayı size bırakıyorum. 
Tadı mı?
Şa ha ne...
Peki nasıl yapıyoruz, anlatayım.

Malzemelerden başlayalım:
Yarım kilo ılıştıra
1 kuru soğan yemeklik doğranmış
4 yumurta
Zeytin yağı
Tuz, karabiber
Dilerseniz acı pul biber



Otları bir kaç su yıkayıp, sirkeli suda da beklettikten sonra, bir tencerede üzerini geçecek kadar su koyup , yarım saat haşlayalım. 
Sonra suyunu süzüp, özellikle kök kısımlarını , doğrayalım.
Bir tavada soğanları sarartıp, haşlanmış ve doğranmış ılıştırayı ekleyelim.
3-4 dk. Sonra çırpılmış yumurtaları ekleyip hızla karıştıralım.
Tuz ve karabiber ekleyip ocağı kapatalım.
Sofraya koymaya hazır ILIŞTIRA kavurmamız.


Ve pişirirken sevginizi tümüyle katmayı unutmayın...


Ben sizden, annenizi ya da geçmişte hatırası olan bir yemek adını sorsam ne dersiniz?
Yağda yumurta bile olsa bu yemek,
Mutlu olurum paylaşırsanız...

Sevgiyle...

06 Mart 2017

BARIŞ NE DEMEK?

"Çocukluk arkadaşı " demek,
" Sevdiğin renk " demek,
" özlemek " demek,
" Türkü söylemek " demek,
" ilkokul öğretmenin" demek,
" Bayram elbisen" demek,
" oyunda yaptığın ilk hile " demek,
" Kıskanmak" demek,
" sevdiğin birini kaybetmek" demek,
" sıradaki şarkıyı tutmak" demek,
" aşk " demek,
" ilk sarhoşluğun" demek,
" ilk bisiklete biniş" demek
" özlemle beklenen bisiklet" demek
" pişmanlık " demek,
" rüzgar" demek,
" özür dilemek" demek,
" yelken" demek,
" anılar" demek,
" yağmur" demek,
" güneş" demek,
" deniz " demek,
" masal " demek,
" şiir " demek,
" gülümsemek" demek,

Barış isteyenlerin dili eksik biraz.

Mutlu pazarlar, sevgiyle...

Sevil Kapoğlu

25 Aralık 2016

GÜLÜMSE



Karanlık mı geldi, gün ışığına gölge
Işığını mı aldılar?
Olmadı mı daha önce?
Hiç dal kırılmadı mı?
Gönlünün içinde hiç mi sızı olmadı?
Yağmuru beklerken , doluya el açmadın mı?
O ışık ki doluyu delip geçmedi mi?
Ruhunun ferahlığını, esip gürleyen, fırtanın şiddetinde bulmadın mı kimi zaman.
Unuttun mu?
Pir Sultan'ın ;
Karga gül dalına konsa 
gülün kadrini ne bilir
Kendi kadrini bilmeyen 
Elin kadrini ne bilir 
Deyişini...
Ne beklersin o vakit, el gelecek, yel getirecek,
Düşüp yola, seni getirecek.
Gün de sensin , güneş de.
Her gün doğan da sensin ölen de.
Gün doğduğunda değil, 
Kalbinin güneşinde doğum vakti.
Gülümse...

SEVİL KAPOĞLU

23 Ocak 2017

UMUT KUŞUN KANADINDA..KUŞLAR HALA UÇUYOR



Biz çay sevenler diyorum, içerken yarenlik edebilenler, 
Şehitlerine ağlayanlar, yürekleri dağlı olanlar,
Komşuluğu bilenler, kahveyi yalnız içemeyenler,
Elektrik faturasına bakıp, beli bükülenler,
Çocuğunun iki kelam daha okuyabilmesi için güneşi görmeyenler,
Tanımadıkları insanın cenazesinde birleşebilenler,
Evini, barkını, iki lokmasını dolaptaki, çorbasını gönülden paylaşabilenler,
Hala, bir çocuğu sevindirebilenler,
Sabrı gömüp yüreğine, susmayı erdem sayabilenler,
Oğullarını koşulsuz, vatana feda edenler,
Mevlana nın torunları, kadim uygarlıkların bileşeni ,   
Askerlik arkadaşını kardeş bilenler,
İlmek ilmek işlediği motifinde aşkı yaşayabilenler,
Yıldızlara bakıp hala hayal kurabilenler,
Şiirleri öpebilenler,
Devleti   "baba" kabul edebilenler,
Denizi martısıyla, geceyi yıldızlarla paylaşabilenler,
Geceleri uyuyamayanlar,
Sevdiğine gözyaşı dökebilenler,
Gönül almayı düşünebilenler,
Utanabilenler,
Aynı duada birleşebilenler,
Ayrı dualarda aynı umudu dileyebilenler,

Her bir köşesinden ayrı hayatları seyrettiğimiz vatanın,
Güzel insanları ne çokuz biz...

Buna ağlıyorum...

Sevgiyle...

SEVİL KAPOĞLU

6 Ocak 2017

GİRESUN

Bir fındığın içini
Yar senden ayrı yemem
Bugün gördüm yarimi
Öldüğüme gam yemem
.
.
.
Osman Kalyoncu
Giresun 

İşte böyle, türküsünü bile merak ettim. Gezdikten, gördükten sonra, özlemekle başladı, türküsüne kadar gitti merakım.
Hiç te istekle gitmedim Giresun'a . Öyle ya, Kasım'ın 13'ü. Ne işim var şimdi Giresun'da...
Arkadaşım Çilay gençliğinin Giresun'unu hiç unutmamış, memleketi bilmiş ve özlemi bitecek gibi değil. "Hadi" dedi gidiyoruz. Evet diyenlere en son katıldım.
6 arkadaş Giresun' a gitmek için hava alanına geldiğimizde, benim için iki günlük geziydi sadece. 

KADINLAR

Önce insanım sonra kadın.
Dürüstlüğü, saygıyı, üretmeyi, sevgiyi, haktan yana olmayı ilke edinirim.
Çalışmayı, bölüşmeyi bilirim.
Cinsiyetim insanlığımla eşdeğerdir.
Tanrı'nın bana bahşettiği tüm güzel duyguları geliştirmek, sunmak ve evrene yaymak temel görevimdir.
Doğurganlığım olur ya da olmaz.
Ben var olanı severek, içimdeki sevgiyi benim olmayanla da paylaşabilecek kadar engin duygulara sahibim.

Bir başkasının hakkımı savunmasını beklemeden önce, ben haklarımı savunabilecek bilgi birikimine , insan olma gerçeğime sımsıkı sarılırım.

Tüm estetik yanlarımı sadece kendim için, insan olduğum için , bedenime duyduğum sevgi ve saygı nedeniyle güzelleştiririm.

Cinsiyet ayırmaksızın;
Tüm insanların kendilerini , bedensel , düşünsel ve ruhsal olarak ifade etme şekillerine saygı duyarım.
Beni cinsiyetim, düşüncelerim ve diğer insani özelliklerimden dolayı eleştirebilecek her insanı dinlerim ,onaylamak zorunda bırakılmaksızın.

Yaşadığım toplumun sadece insani anlamdaki değerleri beni ilgilendirir, ötesi beni ilgilendirmez, ben de diğerlerini  ilgilendirmem.
Cinsiyetime bakmaksızın, ülkem ve dünyadaki her gelişme, olumlu olumsuz beni ilgilendirir, gelişmeme ışık tutar.

Bilirim ki;
Cinsiyetimden öte, yanımdaki ile el ele verdiğimde, benim ve tüm insanlığın hayatı daha güzel olacak.

Kadın olarak yaradılmışlığımın güzelliği ve fakat insan olabilmenin onuruyla dilerdim ki;

Alanlarda, evlerinde, hapishanelerde hak arayan , canını ortaya koyan ve aslında insanlığını haykıran binlerce insan , yaşamın adil düzeninde , onurluca yaşıyor olabilseydik.

Sevgiyle...


7 MART 2016

BABAM, İLK IŞIĞIM..

Tanıdığımız, tanıyacağımız  kişiler hep bir ışık dünyamıza.
O zaman, yoluma ışığını yakan ve hiç sönmeyecek olan bir kişiyle başlamalıydım; BABAM...

Uzak bir yıldız gibi şimdi, babam...
En büyük mirası bıraktı bana, nasıl onunla başlamam.
Hayata duruşu, bakışı, yüreği ile yaşadığı dönemin yıldızıydı zaten.
Fötr şapkasını hafif yan takışı, şayet günlük kıyafeti varsa üzerinde , kasketini keza itinayla başına yerleştirmesi aynada. Unutulmaz...
Büyük bir hayranlıkla seyrederdim, büyük bir özen ile süzerdim. Çok yakışıklıydı, çoook...
Hayatı yaşayışı da bir öyle; özenli.
Cumhuriyet gazetesi, akşam radyoda 19.30 haberleri ve Birinci sigarası babam demekti.
Doyumsuz sohbet akşamları, dinin vicdan olduğunu güzel hikayelerle anlattığı , dualar öğrendiğim, büyüdüğüm geceler oldu hep.

Bir sünger gibi çektim bakışını, duruşunu, ruhunu, kendimi bildiğim yaştan, kendimi anlattığım bu yaşa dek...
Ona olan hayranlığım, saygım, sevgim yaşadıkça, hayatla tanıştıkça çoğaldı. Ne kadar zordu insan olabilmek, unutmamak geçmişi, vicdanı korumak, anladım.
Hereke Sümerbank' ın dokuma tezgahlarında, ailesinin geçimini sağlamış, bir lokmayı çocuklarıyla paylaşmadan boğazından geçirmemiş bir baba.


Haram lokma yutmamış, haksızlığa ödün vermemiş, dik duruşu hiç eğilmemiş, gururlu bir baba.
Memleket sevdasını iliklerinde hisseden, fikri hür, aydın ve ileri görüşlü bir baba.

Sevgisini sıcacık sarılmasına verebilen, söze hacet bırakmayan, özlemini konuşmamı hiç kesmeden , dizlerinde oturtarak, dinleyerek sabırla gösteren babam...

23 yıl oldu, yoksun...
Keşkelerim fazla, iyikilerim çok fazla...
Ama hep gözlerinle izliyorsun, kıvançlarını, üzüntülerini benimle ilgili, hissediyorum.
Memleket bildiğin gibi, ben hala Cumhuriyet okuyorum.
Seni anlattığım bu sayfa , gururum...
Benden sonrasına mirasım senden aldıklarım.
Işığın hiç sönmeyecek, bu dünyayı aydınlatan yıldızlardan birisin.

İyi ki benim BABAM oldun.


21 Ocak 2017

MERHABA..

Merhaba...
Bir heveskarın sayfasındasınız;
Hoşgeldiniz...
Hepimizin ulaşmak istediği söz, tavır ya da hayallerin , henüz varılamamış halinin ifadesi, yaşımızla kovalamaca oynayan, hep ertelediklerimiz, işte orada birikenlerin adı " heves " .
Hepimizde var...
Hevesler birikir, hevesler kaybedilir, hevesler tazelenir. 
Ve bazıları, biz hiç farkında olmadan, ince tel süzgeçten geçer, oturur kursağa yıllar yılı . Farkedemezsiniz bazen. Yani öyle oluyormuş , ben de öyle oldu. Tanışmam zaman aldı, zaman gerekliymiş.
"YAZMAK" tan söz ediyorum.
Sizinle buluşmaya ikna etti beni. Yerinde duramayan bu çocuk heves, belli ki çok birikmiş. 
Yazmayı denemek, yazarak deneyimlemek vakti şimdi.
Dünyaya baktığım pencere, durduğum yer ile alakalı. Yazıyla aktaracaklarım da öyle. Neredeyim? Göreceğiz...
Siz de paylaşırsanız gördüklerinizi, hevesime heves katar büyürüz beraber. 
Sonuçta bu sadece bir heves, söylenecek sözümüz varmış , gözümüzün gördüğüne, ruhumuzun değdiğine dair.
Buluştuğumuz her sözün, dünyaya yaktığımız ışık olması dileğimle.

Sevgiyle...


SEVİL KAPOĞLU