Blogger tarafından desteklenmektedir.

SİZ DE DERGİCİ MİSİNİZ ?



70 li yıllarda Gırgır dergisi ve dönemin siyasi dergileri ile başlayan dergi severliğim, yıllar boyu hep devam etti.

Bir okuldan farksızdır dergiler benim için.
Değişik yazar çizerler, farklı düşünceler ve bakış açıları, dergilerin en cazip yönleridir.

İlk gençlik yıllarım için Gırgır, olgun yaşlarımda Atlas , kişisel gelişimim için adeta devrim niteliğindedir.

Gırgır dergisi, dönemin yaşam ve siyasetini hicveden, zeka ve yetenek sahibi yazar ve çizerinin eseriydi.
Hoşgörünün, esprinin ve bence  en önemlisi, umudun dergisiydi.
Dayanışmaydı, güçtü, umuttu.
Gülebiliyorsanız hayata, acıların ilacını bulursunuz.
Aynı acıları yaşayan, hayatı paylaşan toplumun, bir dergide buluşması Gırgır' ı unutulmaz yapan özelliklerinden biriydi.
Saygı ve sevgiyle ve tabii gülümseyerek anıyorum.
Mesela Atlas dergisi , hayatımda devrim yapmıştır.
Keşfetmenin hazzını, merak etmenin götürdüğü en dip mağaraları, gezginin doğa ile barışını, saygısını, başka hayatları bilmeyi, bildiğimi sandığım kimi şehirleri, yeniden ve farklı yollarla tanımayı, ne görmek istediğimi, insanları, hayatı, doğayı ne kadar çok sevdiğimi ve bana bunları öğreten o saygıdeğer yazar- gezginleri tanıdım. Varlıkları bana, hayat ile ilgili umutlarımın daima canlı kalmasına sebep oldu.
Karadeniz'in yaylasını, Toroslar'ın Kara Keçili yörüklerini, Harran'ı, Edirne'yi, Ayasoya'yı, Galapagos adaları'nı, Paris'i ... adeta okşayarak anlatan, yaşatan dergi nasıl bir devrime sebep olmaz?
Homeros ve İlyada'nın kulaklarını çınlatmadan , bereketli topraklara sahip Troya anlatılır mıydı?
"Bin pınarlı İda" geçmişinden bu güne önünüze serilebilir miydi?
Her insan bir kültür, insana saygı duyabilmek kültüre saygıdan geçer.

Gönül işiydi orada yazmak, gönlümün telini titreterek taht kurdu belleğime bu emek dolu dergi, saygıyla anıyorum.

Kızım doğmuş, o da Atlas ile büyümüştü. Tabii ben de...

Atlas dergisini yıllarca aldım ve atmadım. Biriktirdim okuduktan sonra her sayısını. Dönüp dönüp okudum.
Ve bir gün taşınmamız gerektiğinde bir başka eve, metrelerce yükseklikte Atlas dergisi dağları karşımdaydı...
Vedalaştım, içim burkularak.
Onlar gitti ama bendeki izleri sağlam bir şekilde duruyor, kilometrelerce...

Dergiciyim ben...
Sofra dergisini aldım yıllarca.
Sadece yemek dergisi olmadı benim için. Bildiğim, bilmediğim tarifleri veren bir dergi olmakla birlikte, yemeğin de kültürün bir parçası olması gerçeğinden yola çıktığımızda, yöresel otu, üretimi, hasatı bilmek çok öğreticiydi.
Ve tüm yazarları , çalışanları kadın olan bir dergi.
Bir yakınım , bu dergiyi sürekli almamı garipsedi ve o yemeklerin hepsini yapıp yapmadığımı öğrenmek istedi.
Ne diyeceğimi bilemedim.
Şimdi cevaplayabilirim; Dergiciyim ben...

Merak etmek, öğrenmek, deneyimlemek, değişik tür görüşü ve bakış açısını bilmek.
Bunların hepsi dergilerle mümkün.

İletişim çağı bizi ,sanal dünyanın cazip dünyasına çekse bile, derginin yerini hiç bir şey tutamaz.

PENGUEN mizah dergisi' nin kapatılmasına son 4 sayının kaldığı bu günlerde, hüzünle yazıyorum bu yazıyı ve dergilerle olan anılarımı..

Her ne kadar, ülkemizde hayatın esprisi azalmış bile olsa, gelecek güzel günlerde dergilerin raflara sığmadığı, mutlu ve özgür insanlar ülkesinde yaşamak dileğimle diyorum ki,

Dergilenmek güzeldir.

Siz de, Dergici misiniz?

Sevgiyle...

SEVİL KAPOĞLU

30 Nisan 2017


MELODİLER YOK ASLINDA



''Corelli'nin Mandolini'' 2001 yılında sinemaya uyarlanmış. Yunanistan'ın bir adasında geçen film,  II. Dünya Savaşı yıllarında,bir adalı güzel kız ile işgal kuvvetlerinden bir subayın aşkını anlatıyor ve tabii ada kültürü içeren sahneleri, yöresel giysileri ve doğası ile insanı içine çekiyor. 


Zeytin ağaçları ile kaplı bir ada, Sirtaki ki bizim ''Kasap Havası'' nın ikizi, saf aşk ve müzikler... Uzun zamandır beni  etkileyen bir film ile karşılaşmadığımdan, zevk ile seyretmeye dalmışım. Film bitti ve ben başka bir filme daldım gittim... Hangi filme?

Etkisinden hiç bir zaman çıkamayacağım, güzel,saf ve bir o kadar unutulmaz insanların yaşattığı filme, kasabamda geçen çocukluk ve gençlik yıllarımın filmine... 



Küçük kasabamın benim için çok büyük yazlık sineması vardı.
Sinema; hayal dünyasına giriş, duygu dünyasının gelişimi ve bir numaralı sosyalleşme aracıydı bizim için.
Birden fazla sineması vardı kasabamın; yazlık sinemanın düzgünce dizilmiş tahta sandalyeleri, kışlık sinemanın kendine özgü kokusu, hareketli koltukları, inanılmaz filmleri vardı...  
Sinema ile tanışmamış hiç bir çocuk yoktu; aynı filme gülen, aynı filme ağlayan... Bütün kadınları kasabamın sinema kültürünü yaşadı.
Hayatı önümüze serdi sinemalarımız; şaşırdık, sevindik, ağladık ve saygı duyduk sanatçıya, özdeşleştik onlarla..
Hayat sadece küçük ailemizden ibaret değildi, kocaman sinema da vardı bizi büyüten.
Ve sahilde sineması olan kaç yerleşim yeri vardır bilemiyorum. Bizim yazlık sinemalarımızdan biri tam sahildeydi. Leblebili gazoz içerken biz yazlık sinemamızda, dalga sesleri ve yakamoz eşliğinde film izlerdik. Film içinde film adeta.
Bu sahildeki yazlık sinema aynı zamanda toplu sünnet düğünü ve dev konserlerin de yapıldığı yerdi. Yani yaz gelince bütün kasaba sahildeydi bir nedenle. Hayat 24 saat yaşanırdı, hep birlikte...



Müzik dersi yapılan, mandolin çalabildiğimiz okullarımız vardı. Nota öğrendik, sesimizi tanıdık, müzik defteri aldık kırtasiyeden..
Ve bütün bunları bütün çocukları yaptı o kasabanın..
Öğretmenlerimiz de komşumuzdu, sinemacı amca da...
O çocuklar o kasabada tiyatro oynadılar kurdukları dernekte, düşündüler, tartıştılar...
Spor yaptılar sahilde; yelken kürek yüzme...
Futbol oynadılar yıldız oldular, sinemacı, ses sanatçısı oldular...
Ve diğer tüm saygıdeğer meslekleri edindiler.
Küçük kasabanın büyük dünyasını yaratan başta komşularını, öğretmenlerini ve birbirlerini hiç unutmadılar.

Her birine sevgi ve saygılarımı iletirken, ve artık hayatta olmayanları rahmet ve minnetle anarken, sizin de hayatınızda eksik bir şey varsa şayet, çocukluğunuz en iyi sığınak olacaktır, ne kadar uzak bile olsa...



Bugün o yıllarda kasabamda, tüm yaşayanlarının bir film tadında hayat sürdüğünü, hepimizin rollerini severek yaptığı, gerçek açık hava sineması olduğunu düşünmekteyim.

Belki merak ediyor olabilirsiniz; Ne oldu o sinema, o kasaba? O sinema sahile nazır bir otopark şimdi, kışlık sinema ıssız, insansız, tıpkı kasabam gibi...Ve hayatın melodileri yok artık, tıpkı o insanlar gibi...       

HEREKE bu kasabanın adı, suyunu içenin ayrılamadığı kasaba, kasabam...



Sevgiyle...
SEVİL KAPOĞLU