Mardin benim için, misafirliğe gittiğim evde, aile albümüne bakmak gibiydi.
Albümler geçmişin fotoğraf karelerinde dondurulmuş anlarının, anıların gözümüzde yeniden canlanmasıdır.Geçmiş hüzündür, çünkü artık yoktur. Zaman zaman gülünç hikayeler barındırsa bile, hatıralar cansızdır.
Çoğunlukla hala olmasını istediğimiz kokular, dokular, insan, insanlar artık geri gelmez zamanlara aittir.
Mardin albümüne baktıkça, uzaktan tanıdığımı sandığım bu topraklar, ellerimi ona sürmedikçe, asla öğrenemeyeceğim dillerde fısıltılarla bana, insanını anlattı.
Mardin İzala Dağı’na yaslanmış, Dicle’nin beslediği Mezopotamya’nın kuzeyinde, MÖ 3 bininci yy dan bu yana nice kavime ev sahipliği yapmış, onların kültürleri ile harmanlanmış, onların eserlerini yaşatan, dinlerin, dillerin, kültürlerin kadim şehri...
Geniş topraklar boyunca, bu açık hava müzesinde bütün kadim toplulukların izini sürmek mümkün.
Artuklu olarak anılan eski Mardin’de, şehrin ileri gelenlerine ait, yöresel taş işçiliği ile bezeli konakların eski sahipleri yok artık; sesleri, yaşam tarzları, gelecek nesile o kültürü aktaracak,geçmişin masallarını dillendiren büyükhanım, büyükbabalar artık yok...
Sahipleri göç etmiş...Konakların çok büyük bölümü şimdi, yaşam alanı olarak kullanılmıyor, hiç hak etmedikleri biçimde, günün yabancı kültürüne teslim olmuş şekilde varlığını sürdürmekte; kafe, bilgisayar şirketi, reklam şirketi, türkü bar gibi...
O eski zamanların Mardin sokaklarında dolaştığımı hayal ediyorum;
Şahkulu Konağı’nda kaburga dolmasını, harire tatlısı yapılan bayramları,
Zinnar bağlarından küfeler dolusu üzümleri, kaynatılan şıraları, pestil, pekmez kokularını,
torba torba taşınan zeytinleri, yağını, sabununu...
Bereket, her bir karış toprağından fışkıran bereket, ezan ve kilise çanlarının birbirine karıştığı sokaklardan, evlerde değişik dillerde “şükür” ile kutsanıyor...
Bu hayali kurmama sebep, şu an hala o bereketi Mardin’de görebiliyor olmam.
Çarşıyı anlatmak, o bereketli toprakların ürünlerini tezgahlarda görmek muhteşem...
Çarşı zeytin, zeytinyağı ve sabun, üzüm, pestil, pekmez satan dükkanlar, gümüş işçiliğinin tüm güzel ürünleri, etin en güzel işlenmiş hali ile kebapçılar, Mardin’in kadınlarının kullandığı ışıltılı kumaş satıcıları, ve diğer zanaatkarların dükkanları ile baş döndürücü bir şehirde olduğunuzu, hangi topraklarda dolaştığınızı çok güzel anlatıyor.
Yerleşik halk inançları açısından Musevi, Hristiyan ( Ermeni, Süryani ve Kaldani ), Müslüman, Yezidi ve bir kısım Şemsi’lerden oluşuyordu.
Mardin hep ele geçirilmesi gereken bir şehir olduysa, bu kadar çok kadim topluluklara kucağını açmışsa, hep bu bereketli toprakların kokusundan olmuş.
Mardin’in tek aşkı olmuş; Güneş...
Doğuşuyla doğurmuş, batışıyla beslemiş.
Her sabah yeniden,sonsuza dek...
İnsanı Mardin’i terk etmiş, değişik dillerde masallar kalmış geriye, hep hüzün kaplı, büyülü masallar...
Ama masallardan geriye, bugüne bir çok eser, zanaat bırakmış kahramanlarımız.
MARDİN Müzesi şehrin merkezinde;
Yörenin tarihsel ve kültürel zenginliklerini yansıtan, arkeolojik ve etnografik koleksiyonlara sahip.
Diğer bir müze, Sakıp Sabancı Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi
Bu müzede de, dinlerin, tarihin, mimarinin, yaşam kültürünün yansıtıldığı eşsiz eserler yer almakta.
MARDİN bir açık hava müzesi adeta.
Sultan İsa Medresesesi (Zinciriye ), Ulu Camii, Kırklar kilisesi, Eski Postahane binası, Şehidiye Medresesi kentin merkezinde mutlaka görülmesi gereken yerler.
Bu geziyi yaparken, Mardin'in çarşılarını da boydan boya gezmiş oluyoruz.
Aktarlar, Çarıkçılar, Sipahiler, Kuyumcular, Gümüşçüler, Kasaplar çarşısı derken, mutlaka Marangozlar Çarşısı'nın kahvehanesinde bir çay içimi soluklanmak, baharat, zeytin, sabun kokularını içine çekmek Mardin'e geri dönmek için kâfi gelecektir.
Ancak CERCİS MURAT KONAĞI'nda mutlaka bir akşam yemeği deneyimini de yaşamalısınız.Bir ritüel ki, Mardin'e imzasını atıyor.
Bütün bu haraketlilik gece de devam ediyor. MARDİN 24 saat yaşayan bir şehir.
Sabahın erken saatlerinde Mezopotamya ovasına karşı yudumladığımız çay sonrası yola koyuluyoruz.
Mardin'in dışındaki hayat bizi bekler. Anlatacaklarım oralara dair şimdi:
Kökeni Aramice’ye dayanan Süryani dili, bugün çok azınlık bir nüfusa sahip Süryani Hristiyan Ortadoks kiliseleri Deyrulumur ( Mor Gabriel), Deyrulzafaran ve diğer ibadet yerleri, özellikle yurt dışında yaşayan Süryani toplulukları tarafından desteklenmekte. Yurt içinden ve yurt dışından milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmektedir.
Deyrulzafaran Süryani Kadim Manastırı;
Adını safran bitkisinden alan bu manastır, patriklik merkezidir.
Milattan önce güneş tapınağı olan bölüm halen, binanın alt katındadır. Bazı Azizlerin kemiklerinin
buraya taşınmasıyla, yine manastırın alt bölümlerinde bu mezar odalar yapılmıştır.
Süryani kilisesinin dini eğitim merkezidir.
Deyrul Umur ( Mor Gabriel ) Manastırı:
Süryani Kadim Cemaati’nin ünlü ve büyük yapıtlarından biri olan bu manastır, yüksekçe bir tepede bulunmaktadır. Girişinde bulunan kahvehanede soluklanarak, o muhteşem asma ve zeytin ağaçları ekili ovayı seyrederek,Süryani Dibek kahvesi içmeden manastıra çıkmayın derim...
Yine bu kiliselerden biri, 4.yy ait Mor Yuhanun, Kıllıt(Dereköy) köyünde. Bir gönüllü tarafından açık tutulmakta, ziyaret edilebilir.
Bahçesindeki mezarlar, köyün bir zamanlarki sakinleri hakkında bilgi veriyor.
Bir zamanlar camiler ve kiliseler, onların yüzlerce ibadetçileri yani köylüler tarafından doldurulmaktaydı.
Bir dere boyunca geçti yolculuğumuz, Mardin’den Dereköy’e kadar.
Ne çare Dereköy bomboş şimdi...
Taş işçiliğinin güzel örneklerinden köy evleri sessiz, toprak öksüz; üzüm bağlarıyla,kavaklarıyla, şeftali, badem ağaçlarıyla hala insanını beklemekte, inancı ne olursa olsun...
Yolumuz DARA’ya doğru devam ediyor.
Mardin-Nusaybin karayolu üzerinde bulunan bu antik şehirde halen bir belde bulunmakta.
Mezopotamya’nın Efes’i olarak kabul edilen kent, Doğu Roma’nın sınırlarını Sasani’lerden korumak için yapılmıştır.
Dara antik şehri su sarnıçları, tiyatrosu, su değirmeni, su bentleri, mahsarası, köprüsü, kilisesi, çarşısı, deposu, tophanesi ve 40 metre derinliğinde bulunan soğuk hava depoları( soradan zindan olarak kullanılmış) ile ve daryaka adı verilen paralarıyla oldukça zengin bir şehir olduğu anlaşılmakta.
Mezopotamya’nın ilk barajı ve su kanalları da bu kentte kurulmuştur.
Bu kanallar hala yerli yerinde.
Ama en ilginç olanı 2005 yılında ortaya çıkarılan , Roma döneminde, “yeniden diriliş” törenlerinin yapıldığı, binlerce kişinin bir arada olduğu 1400 yıllık galeri mezarlık şu an ziyarete açılmış durumda.
Bilmenizi isterim, Dara ziyaretçilerini başka bir evrene götürüyor.
Hala Mardin’de olduğumu bilmek, Mardin’i anlamanın ne kadar zaman alacağını bilmemek çok şaşırtıcı.
Bambaşka kültürlerin, hayatların izleri içinde yürümek, nefes almak mutlaka deneyimlenmesi gereken bir tecrübe.
ANITLI ( HAH ) köyü’ ne doğru yolumuz devam ediyor şimdi.
Süryani dilinde Yoldath Aloha, Arapça El Hadra ( bakire) adıyla anılan kiliseyi göreceğiz.
6.yy dan kalma bu kilise, mimari açıdan bölgenin incisi kabul edilir.
Anıtlı köyünde süryani ve müslüman vatandaşlar birlikte yaşamlarını sürdürmektedir.
Masal gibi değil mi?
Ben de köyde ve Mardin’e dönüş yolunda bir masalın içinde miyim, sabah bunları hatırlayacak mıyım diye düşündüm.
Şunu anlamak hiç zor değil, toprağın güneşle aşkı o kadar muhteşem ki, o kadar verimli ki toprak, bu sonsuz bereket, yüzyıllar Mardin’in neden paylaşılamamış olduğunu anlıyorsunuz.
Midyat’ta farklı değil...
Sağa dönünce kilise, sola dönünce camii, yine, barışın, sevginin, duyguların taşlara işlendiği, taş işçiliğinin muhteşem örneklerini gördüğümüz, avlulu evler görmek mümkün Midyat’ta da...
Midyat’ta çarşılar telkari sanatının çeşitli formlarda satıldığı dükkanlar ile çevrelenmiş.
Ortadoğu kaynaklı bu teli dantelvari işleme sanatı, Midyat’ın geleneksel el sanatları arasındadır.
Sokak araları hayatın fotoğrafı; Ezidi kadınlar, evlerinin önünde sohbette. Nasıl anlıyoruz Ezidi olduklarını, alınlarındaki dövmelerden.
Bu dövmelere Dek ya da Dak ismi veriliyor ve hepsinin bir anlamı var.
Fotoğraflamadım onları...
Onları yaşamlarının içinde görmek, sanırım fotoğrafa sığmayacak bir deneyimdi.
Göz göze geldik lakin;
İki farklı dünyanın kadınları olarak ne hissettik, işte bunu bilmek isterdim.
Belki bir gün, umarım en kısa vakitte duygularımız tanışır.
Midyat’ta Gelüşke han yemek için durağımızdı.
Yemeklerin yöresel ürünlerle yapılmış olmasının verdiği tat, gitarıyla bize eşlik eden Midyat’lı müzisyenin yarattığı haz, bir Anadolu şehrine vurulmak için fazlasıyla yetti.
Turnam giderse Mardin’e
Turnam yare selam söyle
Bu anonim türkü Gelüşke han’da yankılanırken, biz yıllardır orada yaşar gibiydik.
Midyat’a doyamadan, tadı damağımızda yola koyulduk Hasankeyf’e doğru...
Unutmadan söylemeliyim ki, Midyat’ın masalları çok daha renkli ve acı dolu olmalı, bu hüzün boşa deği.
Yol Hasankeyf’e doğru götürürken beni, içim sabırsızlanmakta ama ayaklarım geri gitmekte.
Biliyorum ki, bir kanayan yara da orada göreceğim.
Uzaktan uzağa duyduğum Dicle’nin çığlığını yakından duyacağım
İşte Hasankeyf, bir başka masal...
12 bin yıllık yerleşim yeri, kayalara oyulmuş evlerde başlamış, Dicle’nin kıyısında...
Dicle ne duaları dinlemiş, ne dertleri paylaşmış, sularına katmış götürmüş Hasankeyf’in sırlarını.
Ayrılıyorlar, taşınıyor Hasankeyf, yapılan Ilısu barajının suları altında kalmamak için, Dicle'siyle ayrılıyorlar.
Kötü son ile biten bir masal yazılıyor burada.
Hasankeyf’e son kez bakıyor olduğumu bilmek çok acı...
El Rızk Camii nereye yakışır bu kadar?
Anlaması mümkün olmayan bu masalın kahramanları maalesef, kendi sonlarını belirleyemiyor Hasankeyf’te...
Akşam olmakta, güneş Dicle boyunca bize eşlik etmekte, yoldayız bir gam bir hüzün bin çaresizlikle.
Bunun yanında; kaburga dolmasının bir tepside sunumu, kebaplarının tatları dilimde, zılgıtlar, tüm kadim geleneklerin ezgileri kulağımda, uçsuz bucaksız Mezopotamya’nın bereketi şükürlerimde, güzel insanlarının misafirperverliği kalbimde ayrılıyorum Mardin’den...
Yolun sonu geldiğimiz gibi Diyarbakır Havaalanı olacak...
Mardin ve çevresine yaptığım bu gezi, memleketimin bu bölgesini geç tanımış olmanın hüznünü yaşattı bana öncelikle.
Ama rehberimizin söylediği şu sözü de hatırlamadan geçemem:
“ Merak ettiniz, bu çok önemli. Kilometrelerce yol geldiniz, soru sordunuz, öğrenmek istediniz, bu çok değerli, sizleri tebrik ediyorum.”
Bir masaldı Mardin!!!
Bir daha, defalarca dinlemek istediğim bir masal...
Kulaktan dolma değil, gözümün ve gönlümün süzgecinden geçerek, hayatıma nakşettiğim bir masal...
Albümün kapağını kapatıyorum; büyük bir saygı ve tüm insanlığa sevgi ile...
Yazı ve fotoğraflar: Sevil Değirmenci Kapoğlu